Bazı filmler sadece izlenmez, hissedilir. Life of Pi (Pi’nin Yaşamı) işte tam da böyle bir film. Suyun ortasında geçen bu yalnızlık ve hayatta kalma hikâyesi, aslında insanın kendi iç yolculuğuna dair çok daha derin mesajlar barındırıyor.
Film, genç Pi Patel’in ailesiyle birlikte Hindistan’dan Kanada’ya göç ederken, bir gemi kazası sonrası kendini bir cankurtaran sandalında bulmasını konu alır. Ama onu asıl özel kılan, bu sandalda bir kaplanla – evet, gerçek bir Bengal kaplanıyla – mahsur kalmasıdır.
Ancak bu hikâye yüzeyde göründüğü kadar basit değildir. Bir yandan insanın doğaya karşı verdiği mücadeleyi, diğer yandan inanç, umut ve kimlik sorgulamasını izleriz. Film, dinlerin farklı bakış açılarını ve hayatın zorlukları karşısında insanın tutunma çabasını simgeler.
Ve belki de en çarpıcısı: Filmin sonunda anlatıcının "Hangi hikâyeye inanmak istersin?" sorusudur. Gerçek mi daha önemlidir, yoksa inandığımız hikâye mi?
Life of Pi, sadece etkileyici görsel efektleriyle değil, ruhsal derinliğiyle de izleyeni büyüler. İzleyiciye şu soruyu sorar:Zor zamanlarda içindeki kaplanla nasıl başa çıkarsın?