Bilim dünyasında bir durumun ya da olgunun varlığından şüphelenmek ve gerçekten var olduğunu ispat etmek arasından uzunca yıllar geçebilir. Hipotez ortaya atıldıktan sonra ispatı yanlış yerlerde aramak bilim insanlarını onlarca yıl oyalayabilir ve sonunda teoriden vazgeçirebilir. Ta ki yıllar sonra başka bilim insanları teknolojik ve bilişsel ilerlemeler ve bilgi birikimi sayesinde doğru yere bakmayı akıl edene kadar. Telegoni teorisi, bunun en güzel örneklerinden biridir. Telegoni, kısaca dişinin yavrularında, babanın kalıtsal özellikleri dışında, dişinin önceki partnerlerinden de özellikler taşımasıdır. Yani bir erkeğin özelliklerinin, yavru o erkeğin spermleriyle döllenmiş embriyodan olmasa bile, anne aracılığıyla yavruya aktarılması durumudur.
İlk olarak 1800’lü yıllarda at ve köpek gibi hayvanların, saf ve melez ırklarının üretimini amaçlayan yetiştiriciler arasında yaygın olarak benimsenmiş bir inançtı. Öyle ki bu duruma soyların kirlenmesi, enfekte olması gibi atıflarda bulunmuşlar, dişinin ilk çiftleştiği erkek tarafından kontamine olduğu ve bu erkeğin bir sonraki saf ırk ile çiftleşmeleri bozduğuna inanmışlardı. Bu inanış aslında Aristotales’e kadar dayanır. Aristotales, yavruların babanın semeni dışında sıcaklık gibi çevresel etkenlerden etkilendiği kadar, annenin özellikle ilk çiftleşmesinden de etkilendiğini söyler. Bu durum bilim insanlarının dikkatini ilk kez Lord Morton'un 1820'de Kraliyet Cemiyeti Başkanı Dr. W.H. Wollaston'a yazdığı mektubun yayınlanmasıyla çekmiş. Yayınlanan mektupta, Lord Morton bir zebra türünü evcilleştirmek için bir erkek bataklık zebrası ile dişi bir Arap atını çiftleştirip sağlıklı bir dişi melez sahibi olduğunu anlatıyordu. Lord Morton, daha sonra anne dişiyi başka bir yetiştiriciye satmış ve bu yetiştirici de dişiyi saf Arap ırkı ile çiftleştirmiş. İki yıl sonra Lord Morton bu yavruları görme fırsatı bulduğunda, yavrularda zebraya benzer çizgilenme ve yele özellikleri görmüş, durumu ayrıntılı bir şekilde arkadaşı Wollaston'a anlatırken mektubuna, doğa tarihinde tekil bir gerçekliği gözlemleme fırsatı buldum diye başlamıştı. Mektubun yayınlanmasından sonra birkaç vaka daha bildirilmiş ve bilim dünyası telegoninin varlığını tartışmaya başlamış. Öyle ki Lord Morton vakasından Darwin’inde haberi olmuş ve Türlerin Kökeni kitabında bahsetmiş, hiç şüphe yok ki bu şekilde bir kalıtsal gerçeklik olabilir demiştir. Lord Morton’un deneyiminin sonraki yıllarda tekrarlanması ve durumun açıklığa kavuşması maalesef mümkün olamamış çünkü bu zebra türünün sonuncusu 1883 yılında Amsterdam hayvanat bahçesinde ölmüş.
Daha sonrasında o yıllarda çıkan tartışmalar bilim insanlarını ikiye bölmüş. Kimisi şiddetle bunun olamayacağı konusunda inançlarını ve hatta kendi deneylerini ve ispatlarını ortaya koymuşlar. 1900’lü yılların başında, kediler, tavşanlar, koyun ve sığırlarla, kümes hayvanları ve güvercinlerle yapılan deneyler, tıpkı atlarla yapılan deneylerde olduğu gibi, yavruların karakterlerinden herhangi birini dişinin önceki çiftleşmelerinden miras aldığına dair herhangi bir kanıt sunamadı. DNA’nın ve kalıtımın anlaşılmaya başlamasıyla 1959’da teori meyve sinekleri ve farelerde test edildi. J.C. Daniel, çalışmasında hem farelerde hem de meyve sineklerinde vücut renklenmesi ve pigmentasyon özelliklerinin telegoni yoluyla kalıtımını inceledi. Tabii ki tüm çabaları negatif olarak sonuçlandı ve Daniel kesin bir dille telegoninin mümkün olamayacağını ortaya koyduğunu açıkladı. Böyle oluncada çok nadir olarak gözlenen ve kolay açıklanamaz görünen bu teori bilim dünyasında kredisini kaybetti. Bu sırada teorik matematikçi İngiliz matematikçi Karl Pearson ise, bugün değeri anlaşılan çalışmalarında telegoninin varlığından öte, böyle bir kalıtımsal etkinin evrimsel sonuçlarını matematiksel olarak tartışıyordu.