Şahmeran efsanesi, Anadolu nun en bilinen ve en etkileyici halk hikâyelerinden biridir. Adı "şah" (kral) ve "mar" (yılan) kelimelerinin birleşiminden oluşan Şahmeran, yılanların kraliçesi olarak betimlenir. Efsanenin en yaygın anlatımı, Tarsus yöresine aittir. Hikâye, Cemşab adında fakir bir delikanlının, bir gün arkadaşlarıyla birlikte bir kuyuda mahsur kalması ve orada gizemli bir geçitle Şahmeran’ın yaşadığı yere ulaşmasıyla başlar. Şahmeran, yarısı kadın yarısı yılan şeklinde bir varlıktır ve yer altında yılanlarla birlikte bilgelik içinde yaşar. Cemşab’ı yıllarca yanında misafir eder, ona bilgi ve hikmet öğretir. Ancak Cemşab, sonunda yeryüzüne dönmek ister. Şahmeran, ona yerini kimseye söylememesi şartıyla izin verir.
Yıllar sonra ülkede bir hastalık baş gösterir. Vezir, bu hastalığı iyileştirmenin tek yolunun Şahmeran’ın etini yemek olduğunu ileri sürer. Cemşab’ın sırrı açığa çıkar ve Şahmeran yakalanır. Öldürülmeden önce Cemşab’a, kendisini sadece padişahın yemesi gerektiğini, vezirin ise zehirlenerek öleceğini söyler. Cemşab, Şahmeran’ın sözünü tutar; etini padişaha yedirir, vezir ölür ve Cemşab, onun yerine bilge bir vezir olur. Bu efsane, ihanetin, sadakatin ve bilgeliğin bir arada işlendiği güçlü bir sembolizme sahiptir.
Şahmeran efsanesinden çıkarılabilecek birçok ders vardır. Öncelikle, bilginin ve sırrın değerini anlatır. Cemşab’ın yıllarca taşıdığı sır, ona sadakatle bağlılığını gösterir. Ancak sonunda, bir toplum yararı uğruna bu sır açığa çıkmak zorunda kalır. Bu da bireysel ahlakla toplumsal sorumluluk arasında bir denge kurmayı öğretir. Ayrıca Şahmeran’ın ölümü, iyilikle ve bilgelikle sembolleştirilmiş bir varlığın feda edilmesini, bazen iyiliğin uğruna kendini adaması gerektiğini anlatır. Şahmeran, halk inançlarında hâlâ kutsal bir figürdür; özellikle kadınlarda onun resmini taşımanın, akıl, sağlık ve bilgelik getireceğine inanılır. Bu da Şahmeran’ın, yüzyıllar boyunca sadece bir mit değil, kültürel bir rehber olarak yaşadığını gösterir.