Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içindeki ekonomik yaşama ilişkin politikalara baktığımızda, Batı’nın aksine, büyümek, kâr etmek, yeni pazarlar bulmak gibi hedefleri içeren bir vizyona devlet yönetiminin sahip olmadığını görüyoruz. Osmanlı yönetimi başkentin ve özellikle de sarayın günlük yaşamını sürdürmesini sağlayacak ürünlere olan gereksinimi karşılamak için imparatorluk sınırları içinde bir tedarik ağı kurmuştu. Bütün üretim sadece İstanbul’a yönelikti.
Bu nedenle, zanaatkarlar Batılı meslektaşlarında olduğu gibi uluslararası ve bölgeler arası ticarete yönelemediler. Başkent bütün ürünlerini yutuyordu. İçlerinden bir girişimci çıkıp akıntıya kürek çekerse, merkezi yönetim faaliyetlerini derhal durdururdu. İhracat yaparak başkent pazarına ürün gelmesini alıkoyan bir zanaatkar veya tüccara iyi gözle bakılmazdı. Ticari faaliyetten men edilir ve yakasını cezadan kurtarırsa şanslı olduğu bile düşünülebilirdi.
Başkentin gereksiniminin karşılanması tehlikeye düştüğünde Osmanlı Hükümeti narh uygulanması, mal sahibi bulunmadığında zorunlu satış yapılması ve ihbarların değerlendirilmesi gibi önlemlere başvururdu. İzmir yöresindeki tahıl, meyve ve sebze ürünleri, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dokumacılık, Osmanlı merkeziyetçiliğinin yasal kısıtlamalarına tabiydi. Devletin, seccade ihracını kutsal semboller içermesi bakımından yasaklaması da ekonomik yaşamda kâr dürtüsünün ne denli arka planda kaldığının ilginç bir örneği.
Dr. Bilge Erengül