Hayatımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçiririz ancak pek azımız neden uyuduğumuzu sorgularız. Çoğumuza uykuda pek bir şey yapmıyoruz gibi gelir, ancak uyku şalterin kapatıldığı basit bir dinlenme değil özellikle beynin çok yoğun çalıştığı aktif bir süreçtir. Rüyaların anlatıldığı ve tartışıldığına daha sık rastlanır, peki neden rüya görürüz? Biz uyurken neler olur ve neden uykuya ihtiyaç duyarız? Uyku hakkında ahkâm kesen, hatta gereksiz olduğunu söyleyebilen kişisel gelişimcileri bir kenara bırakalım. Neden uyuduğumuz, uyurken neler olduğu biliminsanları tarafından halen kayda değer bir uzlaşmaya varılamamış bir konudur. Ancak her gerçek gibi uyku da bilimsel bilgilerle konuşulan bir başlık olmalı. Bu yazıda bilimin uykuyla ilgili sahip olduğu bilgileri ve hipotezleri aktarmayı hedefliyorum.
Biyolojik Saat
Canlıların evriminde cansız doğaya uyum süreci(adaptasyon) öylesine güçlü bir etkendir ki adeta canlıların kalbi doğayla birlikte çarpar, onun ritmine uygun hareket eder. Dünyanın kendi ekseninde dönüşü ile oluşturduğu gece ve gündüz, eksen eğikliğinin sebep olduğu mevsimler gibi pek çok zamansal olay adaptasyonda da zamansal değişimleri ortaya çıkarmıştır. Pek çok ağaç yapraklarını dökerek ve su taşınımını azaltarak zorlu kış koşullarından yaşamlarını devam ettirerek çıkar. Bazı balık ve kuş türleri büyük mevsimsel göçlerle yiyecek bulur ve soğuktan korunur. Çiçekler gündüzleri açıp kapanır, bazıları geceleri özel kokular yayar. Farklı zamanlarda ve uzunluklarda olmakla birlikte tüm memeliler ve kuşlar uyur. Pek çok sürüngen, amfibi, balık ve hatta böcekler dahi uyumaktadırlar. Bazıları baykuş, kedi veya vampir yarasalar gibi gececiyken bazıları kısa uykuları ile dikkat çeker.Bir primat olarak insan da farklı değildir. Pek çok hormonal ve sinirsel olarak kontrol edilen saat vücudumuzda sürekli belirli bir döngü ile çalışır. Bu döngüleri kontrol eden yapılara biyolojik saat diyoruz. Hepimizin bildiği, kadınların yaklaşık dört haftalık menstürasyon(adet) döngüsü biyolojik saate örnek verilebilir. Uyku içinse çoğumuz günlük bir döngüye (İnsanda yaklaşık 23.5 ve 24.65 saatlik farklı döngüler gözlemlenmiştir) sahibizdir. Gelişmiş kültürümüzle geceleri aydınlatabiliyor, uzak mesafeleri katedebiliyor, en kötü koşullarda yaşamımızı devam ettirecek teknolojileri üretebiliyoruz. Bu, türümüzün tarihinin büyük kısmında böyle değildi. Geceler görüşümüzün kısıtlandığı, havanın soğuduğu, korunmasız ve yiyecek bulamadığımız zamanlardı. Büyük insan topluluklarının mağaralara, ağaç kovuklarına veya başka güvenli yerlere sığınmasının sebebi buydu. Bizim ve diğer hayvanların bu döngüde verimsiz zamanlarını uyuyarak geçiriyor olması pek çok bilim insanına uykunun kökeninde enerji tasarrufu ve güvenliği sağlamak üzere bizi yerimizde tutan bir evrimsel süreç olduğu düşüncesine itmiştir. Uykuyu adenozin ve melotonin artışının getirdiğine dair çalışmalar mevcuttur. Uyku boyunca melatonin hormonu en yüksek seviyelerine ulaşır ve uykumuzu derinleştirir. Gerçekten de ışığın yokluğu uykumuzun gelmesinde çok büyük bir etkendir, günün ilk ışığının alınması ile birlikte melatonin salgısı hızla azalır ve aşırı yorgunluk, yıpranma veya hastalık gibi özel bir durum yoksa vücut hızla canlanır. Kortizol, adrenalin ve noradranelin salgısı ile vücut harekete hazır hâle gelir. Dış belirleyenlerin yanında, bu saatlere uyum gösteren biyolojik saat öylesine güçlü bir belirleyendir ki, karanlık ve saat bulunmayan odalarda yapılan deneylerde deneklerin yine gece saatlerinde uyuduğu tespit edilmiştir. Peki gerçekten bu uyumamızın tek sebebi olabilir mi? Yani sadece yapacak daha iyi bir şey olmadığı için mi uyku evrilmiştir? Çalışmalar böyle olmadığını ortaya koyuyor.
Ne Kadar Uzun Uykusuz Kalabiliriz?
Uzun süre uykusuz kalmak bazı gençler arasında, alkole kim daha dayanaklı yarışı gibi, bir gizli rekabet konusudur. Uzun süreler uzun kalmak gerçekten de zor bir iştir. Kayıt altına alınmış en uzun uykusuzluk rekoru San Diego’lu 17 yaşındaki bir öğrenci olan Randy Gander’a aittir. 264 saat (yaklaşık 11 gün) uykusuz kalan Randy’inin son günleri bilim insanları tarafından incelenmiştir. Kontrollü olarak bir grup denekle gerçekleştirilen en uzun uykusuzluk ise 205 saattir. Uykusuzluk deney ve gözlemlerinde fiziksel olarak büyük bir çöküş gözlemlenmemiştir, vücut ısısında küçük bir düşüş, hafif yorgunluk ve iştah artışı gözlemlenilmiştir. Hepimizin uykusuz gecelerinde daha çok üşümek ve abur-cuburla karın doyurmak dışında fark ettiğimiz etki zihinseldir. İlk günlerde hafıza ve zeka hafif şekilde etkilenirken dikkat toplamada zorluklar başlar. İlerleyen günlerde öğrenme, hafıza ve mantıklı düşünme gibi ölçütlerde düşüş gözlemlenmiştir. 1966’da yapılam 205 saatlik deney kelimeleri hatırlayamama, düşünce silsilesini ilerletememe ile devam eden süreç halüsinasyonlara, gerçekle hayali ayırt edememeye kadar uzanmıştır. İnsan için gerçekleşmemiştir ancak daha uzun bir sürenin ölümü getireceği tahmin edilmektedir. Uykusuz bırakılan sıçanlarla yapılan bir deneyde 2 hafta içinde ölüm gerçekleşmiştir. Çoğumuz biliriz ki uykusuz ya da az uykulu geçen gecelerin ardından gelen uykularımız normalden uzun olur. Buna “uyku borcu” diyoruz. 264 saatlik rekoru kıran Randy 15 saatlik bir uykudan sonra kendini büyük oranda toplamıştır ve “borcunun” %24’ünü ödemiştir. Uyku borcu, uykusuz kalınan sürenin olduğu gibi bölüştürülmesiyle ödenmez. Örneğin günde yaklaşık yedi saat uyuyan birisi bir gecelik uykusuzluğun ardından diğer günlere fazladan 4-5 saat uyku artışını bölüştürür. Bu bize uykunun bir kısmının olmazsa olmaz bir kısmının vazgeçilebilir olduğu düşüncesine götürür. Aynı zamanda uzun uykusuzluğun ardından gelen uykularda geçiş evrelerinden çok, derin; yavaş uyku ve REM evrelerinin egemen olduğu gözlemlenmiştir.