Mısır’ın Luksor bölgesinde, Krallar Vadisi’nin hemen batısında yer alan “Wadi C‑4” kodlu antik mezarda, arkeolog Dr. Piers Litherland ve ekibi tarafından keşfedilen II. Thutmose’a ait mezar, dünya çapında arkeoloji camiasına büyük bir heyecan yaşattı. 2022 yılında mezarın girişi ve ana koridoru keşfedildiğinde, hem Litherland hem de ekibi bu yapıyı muhtemelen bir kraliyet annesine ait olarak düşünmüştü, çünkü alan Hatshepsut ile diğer kraliyet kadınlarının mezarlarına komşuydu. Ancak detaylı kazı çalışmaları ve kazı sonrası analizler sonucunda, bu yapının II. Thutmose’un mezarı olduğu kesinleşti. Bu belirlemeyi sağlayan en önemli kanıtlar arasında, mezarda bulunan kaymaktaşı kavanoz parçaları yer alıyordu; üzerlerinde firavun II. Thutmose ve kraliçe Hatshepsut’un adları okunabiliyordu. Ayrıca mezar tavanında görülen, gökyüzünü andıran mavi zemin üzerinde sarı yıldız figürleri ve “Amduat” adlı kraliyet cenaze metinlerinin varlığı, mezarın gerçek sahibini ortaya koyan diğer güçlü işaretler oldu .
Bu keşif, Howard Carter’ın 1922’de Tutankamon’un mezarını bulmasından bu yana, Mısır’da ortaya çıkarılan ilk kraliyet mezarı olması açısından tarihi bir önem taşıyor. Mayıs 2025 itibarıyla antik haritalarda yeri kayıp kabul edilen II. Thutmose’un mezarının bulunması, 18. hanedanın kayıp halkalarından birini yeniden kazandırmak anlamına geliyor. Arkeoloji dünyası bu durumu “son yüzyılın en büyük Mısır keşfi” olarak tanımlıyor.
Mezarda keşfedilen eserlerin sayısı çok fazla değil: Alabaster kavanoz parçaları, mavi ve sarı ile süslü tavan dekorasyonları, Amduat yazıtlarının fragmanları… Ancak bu tasarruflu yapı, II. Thutmose’un saltanatından itibaren mezar sanatı ve cenaze ritüellerine dair önemli bilgiler sunuyor. Kazılar sırasında, mezarın içerisinde ciddi su hasarına işaret eden toprak, çakıl ve moloz tabakaları bulundu. Bu durumun, mezarın gömülmesinden yaklaşık altı yıl sonra yaşanan şiddetli bir sel baskını sonucu tüm içeriğinin başka bir mezara taşındığını düşündüren önemli bir veri olduğu ifade ediliyor . Zira firavunun bedeninin tamamı yerde değil; mumyalanmış kalıntılar zaten iki asır önce Deir el‑Bahri yakınlarında keşfedilmişti. Antik çağın rahip ve arkeologları, bu tür felaketlerden sonra mezar içeriğini yeniden koruyan farklı bir alan tercih etmiş olabilir.
Kazı ekibinden Dr. Mohamed Ismail Khaled, keşfin yalnızca bir mezardan ibaret olmadığını, aynı zamanda Antik Mısır tarihinin siyasi ve dini yönlerine dair yeni kapılar araladığını belirtti. II. Thutmose’un makam süreci, sel felaketi sonrası yeniden gömülme uygulamaları, Hatshepsut’un ritüellerdeki rolü… hepsi bu mezarda yeniden ele alınabilir. Ayrıca mezarın yapısının sadeliği, dönemin mezar mimarisindeki geçiş dönemini temsil edebilir .
Bu bulgu, II. Thutmose’un mezarının kayıp olduğu kadar, mezarın kendine özgü mimari düzeni ve cenaze kültürü hakkında da arkeolojiye eşsiz bilgiler sunuyor. Mezarın yerini tespit eden yapı itinayla kazılmış; iniş koridorundaki çöküntüler ve dolgulardan arındırılmıştır. Mezarın ana odasında Amduat yazıtları okunabilir haldeydi ve mezarın enyine süslenmiş tavandan hala izler bulunuyor. Öte yandan keşifi ‘tam’ yapacak tek şey, firavunun mumyasının ve mezara ait tüm cenaze eşyalarının bulunmasıdır. Bu nedenle arkeologlar, II. Thutmose’a ait cenaze eşyalarının ve bedenin daha iyi korunmuş olabileceği başka bir mezar olasılığını araştırıyor. Bu yeni keşif “ikinci mezar” arayışına ivme kazandırmış durumda ve ekipler, şimdi bu yeni hedefe odaklanmış durumda .
Sonuç olarak, II. Thutmose’un mezarının keşfi, sadece Antik Mısır’ın 18. hanedanının tarihine dair boşluğu doldurmakla kalmıyor; aynı zamanda antik cenaze gelenekleri, mezar sanatındaki geçiş evreleri ve su felaketine karşı alınan önlemler bakımından da yeni bakış açıları sunuyor. Bu bağlamda, yöneticiler dahil tüm kraliyet üyelerinin ölüm sonrası ritüellerindeki çeşitlilik ve coğrafi gömülme stratejileri yeniden değerlendirilirken, Mısır arkeolojisinin altın çağına tanıklık ediliyor. Mezarın içeriğinin geri getirilebileceği ikinci bir gizli alanın tespiti için yapılan çalışmalar devam ediyor, böylece tarihin toprak altında kaybolmuş başka sırları da gün yüzüne çıkabilir.