Kuşlar, sarılma isteği veren kürklü hayvanlar olmayabilir ama birçok açıdan bizlere diğer memelilerden çok daha fazla benziyorlar. Karmaşık evler inşa ediyor ve bu evlerde aileler kuruyorlar. Kışın sıcak yerlerde uzun tatiller yapıyorlar. Kakadular, şempanzeleri zorlayacak bilmeceleri çözebilecek kadar zekice bir düşünce yapısına sahip, kargalar ise oyuncu ve bir de, aynen bizim gibi dünyayı dolduran şarkıları var kuşların.
Avrupa semtlerinde bülbüller, Quito’nun merkezinde karatavuklar, Chengdu’da gevezeardıçlar ötüyor. Baştankaraların, yırtıcılara karşı kendilerini güvende mi yoksa güvensiz mi hissettiklerini yalnızca kendi aralarında değil, çevredeki tüm kuşlarla paylaşmak için kullandıkları karmaşık bir dilleri var. Doğu Avustralya’daki bazı lirkuşları, atalarının yüz yıl kadar önce buraya yerleşen birinin çaldığı flütten öğrenmiş olabileceği melodiyle ötüyor. Üst üste fotoğrafını çektiğiniz bir lirkuşu, makinenin deklanşör sesini de repertuvarına katabiliyor. Kuşlar hep istediğimiz ama rüyalarımız dışında yapamadığımız bir şeyi yapıyor: Uçuyor. Kartallar sıcak hava akımlarında hiç zorlanmaksızın dolanıyor, kolibriler havada asılı duruyor, bıldırcınlar yürek hoplatacak hızla uçuşa geçiyor.
Toplu olarak düşünüldüğünde, kuşların uçuş rotaları ağaçtan ağaca, kıtadan kıtaya atılmış 100 milyar ip gibi yeryüzünü bir arada tutuyor. Yetişkinliğe erişen Avrupa ebabili yaklaşık bir yıl boyunca havada kalıyor; uçuşu sırasında beslenip, uyuyup, tüy değiştirerek Sahra–altı Afrika’ya gidip geri geliyor. Genç albatroslar açık okyanuslarda on yıl kadar dolaşıp, karaya ancak yavrulamak üzere dönüyor. İzleme altındaki bir Kıyı çamurçulluğu Alaska ile Yeni Zelanda arasında hiç durmadan uçarak 11 bin 690 kilometreyi 9 günde aşarken, Yakutgerdanlı kolibri Meksika Körfezi’ni geçtiği sırada küçük bedeninin ağırlığının üçte birini enerji olarak kullanıp yakıyor. Kıyı kuşları arasında görece küçük gövdeli olan Büyük kumkuşu, Tierra del Fuego ile Kuzey Kutup bölgesinin Kanada kesimine her yıl gidip geliyor. Türün, bacağındaki etiket nedeniyle B95 olarak tanınan uzun ömürlü bir bireyi, Dünya ile Ay arasındaki mesafeden daha çok kilometre yapmış.
Ancak insanlarda olup da kuşlarda bulunmayan önemli bir beceri var: İçinde yaşadıkları çevre üzerinde hâkimiyet kurmak. Kuşlar sulak alanlarını koruma altına alamıyor, balık yataklarını yönetemiyor, yuvalarına klima yerleştiremiyor. Sadece evrimin kendilerine bahşettiği içgüdüleri ve fiziksel becerileri var. Bunlar çok uzun bir süre boyunca, insanların varlık göstermesinden 150 milyon yıl daha uzun bir süre, onlara büyük fayda sağladı. Ancak şimdi insanlar, gezegeni –yüzeyini, iklimini, okyanuslarını– kuşların evrim geçirerek adapte olamayacağı kadar büyük bir hızla değiştiriyor. Kargalar ile martılar çöplüklerimizde, sığırcıklar hayvan yemliklerinde, kızılgerdanlar ile bülbüller kentlerimizdeki parklarda varlıklarını sürdürüyor olabilir ama çoğu kuş türünün geleceği, onları koruma konusundaki kararlılığımıza bağlı. Peki, bizim açımızdan bu çabayı göstermeye yetecek kadar değerliler mi?
Geç Antroposen’de değer, neredeyse sadece ekonomik değer, insana sağladığı getiri anlamında kullanılır hâle geldi. Ve birçok kuş da, yenilir oldukları için işe yarar özellik taşıyor. Bazıları tehlikeli böcekleri ve kemirgenleri yiyor. Turistik açıdan veya karbon depolayıcı olarak değerli olduğu için yabanıl bırakılan ekosistemlerde birçok kuş, bitkilerin tozlaşmasını sağlamak, tohumları yaymak, memeli yırtıcılara yiyecek olmak gibi yaşamsal önemdeki görevleri yerine getiriyor. Ayrıca kuş nüfuslarının, ekolojik sağlık durumunun önemli bir göstergesi olduğu tartışmaları da kulağa çalınıyor. Bir sulakalanın kirlendiğini, ormanın kesilip yakıldığını ya da bir balık yatağının yok edildiğini fark etmek için kuşların ortadan kaybolmasına mı gereksinim duyuyoruz? Acıklı gerçek şu ki, yabanıl kuşlar insan tarafından yaratılan ekonomide üstlerine düşeni asla yerine getiremeyecek. Onlar bizim böğürtlenlerimizi yemek istiyor.