“Hayatın anlamı” kulağa ne kadar büyük geliyor değil mi? Hepimizin zaman zaman düşündüğü bu soru, aslında tek bir cevabı olmayan, kişiye ve zamana göre değişen bir mesele.
Hayatın anlamı sabit ve evrensel olabilir mi? 8 milyar insanın yaşadığı bir dünyada, tek bir ortak anlamdan söz etmek pek mümkün görünmüyor. Zira bir gencin, bir annenin ya da hasta bir insanın hayattan beklentileri elbette aynı olmayacak. Hatta aynı kişinin, yıllar içinde hayatı yorumlama biçimi bile değişiyor.
Bazen “yaşam amacı” dediğimiz şeyin, gizli bir liste gibi bir yerlerde yazılı olduğunu ve bizim de onu bulmamız gerektiğini düşünürüz. Yeteneğimizi keşfetmeli, onu işe çevirmeli ve bu yolda çok çalışmalıyız… Ancak bu düşünce biçimi çoğu zaman başarıyı kutsallaştırıyor ve hayatı sadece üretmeye indirgememize neden oluyor.
Victor E. Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında bambaşka bir pencere açıyor. Toplama kampı deneyimlerinden yola çıkarak, hayatta kalmak için bir “amaç”tan çok, hayata verdiğimiz yanıtların önemli olduğunu söylüyor. Ona göre, mesele bizim yaşamdan ne beklediğimiz değil; yaşamın bizden ne beklediği.
Yani belki de hayat, sadece bizim yeteneklerimizle şekillenmiyor. Bazen spontane olmak, bazen bir başkasına yardım etmek, bazen sadece var olmanın kıymetini bilmek… Hayatın anlamı tüm bu anlarda gizli olabilir.
Kısacası; başarıyı, mutluluğu ya da anlamı zorlayarak aramak yerine, bazen sadece yaşamın akışına kulak vermek gerek. Çünkü her gün, hayat bizi farklı bir soruyla sınar. Ve bazen cevap, sadece orada olmaktır.