2011 yılında gerçekleşen Tōhoku depreminin akabinde gerçekleşen Fukuşima nükleer kazasının üzerinden neredeyse bir 10 yıl geçmişken, University of Georgia araştırmacıları, insan hayatının olmadığı noktalarda vahşi yaşamın veya başka bir deyişle doğal yaşam popülasyonunun artışta olduğunu gözlemledi. Journal of Frontiers in Ecology and the Environment adlı Frontiers yayınında yayımlanan makalede kamera görüntüleri üzeriden gerçekleştirilen çalışmada 267.000'in üzerinde 20'den fazla türün (tilki, rakun köpeği, Japon seravı, makaklar, yaban domuzu, Japon tavşanı, sülünler ve rakun köpeği gibi) fotoğraflarından elde edilen veriler raporlandı. Aynı üniversiteden biyolog James Beasley, hem bilim çevrelerinin hem de genel kamunun Fukuşima ve Çernobil gibi kazalardan sonra bölgedeki doğal yaşamın nasıl etkilendiğine dair soruların yükseldiğini belirtti ve ekiplerinin bu bölgelerde yürüttükleri son dönemde gerçekleşen çalışmaları ile bu sorulara cevap aramakta olduklarını açıkladı. Yapılan araştırmaya göre, Fukuşima Tahliye Bölgesi'nin artık doğal yaşam ile dolmaya başladığı ve radyolojik kontaminasyona rağmen özellikle de yaban domuzu gibi insanlar ile çatışma halinde olan türlerin baskın şekilde görüntülere yakalandığı kaydedildi. Buna göre geliştirilen spekülasyonlar, çevreden ayrılan insanların bu türlerin bölgedeki artışı ile bağıntılı olduğuna dikkati çekiyor. Çalışmak üzere bölgede, insanların yüksek seviye radyolojik kontaminasyondan dolayı insanların tamamen uzaklaştırıldığı, orta seviyede radyasyon kirliliği dolayısıyla insan girişinin yasaklandığı ve düşük seviyede radyasyon bulunan insanların girebildiği üç farklı alanı seçen araştırmacılar 106 kameradan elde edilen görüntüleri inceledi. 2011 Fukushima Daiichi Kazası adıyla bilinen bu felaketi takiben devlet kararı ile ayrıştırılan bu bölgelerden 120 gün boyunca elde edilen görüntülerde 46.000 yaban domuzu görüntüsü elde edilirken bunların yaklaşık yüzde 60'dan fazlasının insanlara yasaklı olan 1 numaralı bölgeye ait olduğu, yüzde otuzuna yakınının orta seviye radyasyon barındıran bölgeye ve son olarak yüzde 15 civarının ise insanların girebildiği alana ait olduğu kaydedildi. Yine diğer hayvanların da benzer oranlarda yasaklı bölgelerde daha yoğun olduğu gözlemlenirken, bunun hayvan sağlığına ve radyasyondan ne oranda etkilendiklerine dair bir endikasyon olmadığı açıklandı. Araştırmacılar insanların yaşayabildikleri üç nolu alanın kontrol bölgesi olarak dahil etti. Diğer bölgelere dair kaza öncesine ait popülasyon bilgileri mevcut olmadığından çalışmada kontrol grubu olarak en iyi seçeneğin bu alan olduğu görülüyor. Anayola uzaklık, bölgelerdeki vejatasyon tipi, elevasyon ve kamera aktivite süresi gibi değişkenleri de hesaba katan bilim insanları dağlık alanlar ile kıyı bölgelerinin popülasyondan çok türde değişikliğe neden olduğunu ortaya koydu. Analizlere göre elde edilen sonuçlar insan aktivitesi veya insan yaşamına bağlı olarak insanların bölgelerdeki bulunma, yaşama ve aktivitede bulunma sıklığı ve buna ek olarak habitat tipi, bu habitatta bulunacak türlerin yoğunluğunu radyasyon seviyesinden daha çok belirliyor. Araştırmanın sonuçlarına göre canlılar insanlar olmadığı zaman, davranış kalıplarını da güncelleyerek ne zaman aktif olup, avlanıp. yaşamsal gereksinimlerini yerine getireceklerini de değiştirmelerine sebep olabiliyor. Buna bir istisna olarak Japon seravlarının (keçi benzeri endemik bir memeli türü) normal şartlarda insanlardan oldukça uzak noktalarda yaşamalarına karşın üç numaralı insan yerleşiminin olduğu bölgede daha yoğun gözlemlendi. Araştırmacılar bunun da, radyasyondan çok, bir ve iki numaralı insandan uzak bölgelerde artan domuz popülasyonu rekabetinden kaçınmak için geliştirilen davranışsal bir adaptasyon olduğunu ileri sürüyor.