Seyahat ritüelinin etrafında gelişen keşif, deneyim, farklı kültürler, tatlar ve sosyal ilişkiler arayışı günümüz gezi kültürünün önemli birer faktörü hâline geldi. Bir de tabii seyahatin getirdiği, kendinle kalma, dinginlik, arınma, keşiflerden beslenme gibi meditatif etkileri de göz ardı etmemek lazım. Günümüz yerleşik algısı alışılmış rutinlerden, sosyal çevreden, kalıplardan uzaklaşarak kendinle kalma ve çıkılan seyahati aynı zamanda içsel bir yolculuğa dönüştürme hâli olarak evrildi. Yaşadığımız çağda güncellenen kavramlardan bir diğeri ise “Flâneur’lük”, bir diğer deyişle “aylak kent gezginliği”. Kökeni 1800’lere dayanan bu kavramı yeniden çok sık duymaya başladık. Şehir hayatının yoğun ve yorucu ritminden bunalanların bir kısmı soluğu daha sakin şehirlere ya da ülkelere göç ederek alırken bir kısım ise hayatına seyahat ederek ve “Flâneur'lüğün" olmazsa olmaz yürüme, gözlemleme ve yorumlama eylemlerini yerine getirerek devam etmeyi tercih ediyor. Şehrin devamlı bir şeylere yetişme kaygısının tam aksine, üstelik bir de yavaş ve özgür bir şekilde…
"Flâneur'lük" literatüründe bahsi geçen seyahat çoğu zaman bir fiziksel eylemden öte zihinsel gezginliği ifade ediyor. Tüm bu “sözde” amaçsız gezginlik hâli de kimsenin görmediğini yakalama, fark etme, yorumlama becerisini beraberinde getiriyor. Bazen tek başımızayken bile sosyal medya ya da benzeri faktörler yüzünden yalnız kalamayıp yalnızlığı özlememizin aksine bir “Flâneur” en kalabalık ortamda bile yalnız kalıp, kendi içine dönebiliyor. Charles Baudelaire’in “Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa o da kalabalıklarda var olur. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz “Flâneur” için, tutkulu gözlemci için, ahalinin tam orta yerini, hareketin gel git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı gözlemlemek ama dünyadan saklı kalmak” sözleri "Flâneur'lüğe" getirilmiş en güzel tanımlardan biri. Tanınmış “Flâneur’ler” arasında ise beat kuşağından Allen Ginsberg, Gary Snyder, William Burroughs, Jack Kerouac, Neal Cassady, Arthur Rimbaud yer alıyor.
Aldığı göçlerle ve meşhur kalabalığıyla bilinen İstanbul’un bile 20 yıl aradan sonra ilk defa nüfusunun azalmasını ve yine dünyanın farklı ülkelerinde metropollerin son bir yılda verdiği göçleri göz önünde bulunduracak olursak insanların farklı arayışlara girdiği sonucuna ulaşmamız çok da zor olmaz. Tabii ki ekonomi ve pandemi bu alışılmış dışı ters göçün en önemli sebebi ama insanların hayat tarzları konusundaki değişen öncelikleri de konuşmamız gereken bir diğer konu. Uzaktan çalışma iş modelleri, şehir kaosundan uzaklaşma ve huzur ihtiyacı, daha ekonomik yerlerde yaşama isteği gibi pek çok neden insanların farklı yol arayışlarına girmesine sebep oldu. Günümüzde sıkça kullanılan karavan ile yaşam modeli, gelişen tiny house kültürü insanların farklı arayışlarda olduğunun önemli kanıtlarından.Yer değiştirmenin yanı sıra bir diğer tercih ise yerleşik hayattan gezgin yaşam modeline geçiş oldu. İşte burada "Flâneur'lük" meselesine tekrar geri dönüyoruz. Birden fazla şehirde ya da ülkede dönemsel yaşamanın yanı sıra herhangi bir “ev” tanımından bağımsız bir yaşam sürdürmeyi tercih eden birçok insan söz konusu. Baudelaire’in ilham verici sözü “evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek” de burada ister istemez tekrar aklımıza geliyor.
"Flâneur'lük" kimileri için bir gezme sanatı. An’ı yaşama, zamanın keyfine varma, duyuların hazzına ulaşma… Şehir koşturmacasında özlenen doğanın dinginliği, huzur, kendini yeşile teslim etme… Ağaçların kokusu, deniz sesi, doğayla baş başa kalma hâli de bir diğer "Flâneur’lük" meziyeti. Modern hayat seyyahları "Flâneur'leri" daha çok duyacağız ve bu kültürü günümüz yaşamına adapte edişleriyle karşılaşacağız gibi görünüyor. Herhangi bir yere varmayı düşünmeksizin uzun uzun yürümeyi özlediğimiz şu günlerde dilimizde tam tercümesi olmayan "Flâneur'lük" kulağa hiç de fena gelmiyor.