El Dorado, İspanyolca bir kelime olarak “altınla kaplı veya altından yapılmış” anlamına gelen bir tabirdir. Bir yerlerde henüz kimsenin keşfetmediği yığınla hazine veya insana üstünlük kazandıracak bir iksir bulunduğu efsaneleri geçmişten günümüze daima peşine binlerce kişiyi takmış ve edebiyattan sanata; bilimden siyasete hayatın her alanını etkilemiştir. Bu, her ne kadar zenginliğin verdiği iktidar ve şöhret sahibi olma arzusuyla alakalı olsa da insanın içindeki macera ve keşif dürtüsüyle de yakından ilgilidir. El Dorado efsanesinin gelişimine geçmeden önce günlüklerinde bu efsaneye konu olan gelenekleri/ayinleri anlatan İspanyol kaşif Juan Rodriguez Freyle’nin notlarına bakmak isabetli olacaktır. Juan Rodriguez Freyle’nin1636 senesinde tamamlayıp kitap haline gertirdiği ve ‘El Carnero’ (Hafıza) isimini verdiği kitabında efsaneye dayanak olan ayini şöyle tasvir eder: “Anlatılanlara göre dini şölen yeni liderin ilan edilmesiyle başlıyordu. Muiska kralı ya da başrahibi, göreve başlamadan önce bir süre için kadınsız, tuz yemeden, bir mağarada inzivaya çekilirdi. Sonra ilk yaptığı, Guatavita Gölü’ne gidip ilah diye taptıkları iblise hediyeler ve kurbanlar sunmaktı. Gölün etrafındaki şölen esnasında tahtın yeni varisinin derisi yüzülüp, yapışkan çirişle kutsal yağlama sonrası üstüne boydan boya bütün vücudunu kaplayana dek altın tozu dökülürdü. Bunun ardından kral ve çıplak halde dört önde gelen reis çeşitli altın eşyalarla ve mücevherlerle bir sala yerleştirildi. Gölün ortasına yaklaşıldıktan sonra saldakiler tarafından kıyıdakilere sessiz olunması için işaret verilirdi ve yanında getirdikleri hediye olarak göle atılırdı. Sonra kralın kendisi suya atlardı ve üstündeki altın tozu diğer mücevherlerle birlikte dibe gömülürdü. Kıyıya tekrar dönerken şarkıcıların ve dansözlerin bağrışmaları yeniden başlardı.” Görüldüğü gibi burada Muiska yerlileri tamamen inançsal bir anlam yükledikleri bu ayinde büyük bir huşu ile ilahlarına adanmışlıklarını ve hediyeleri olan altını sunmaktadırlar.
Efsane, köken olarak İspanyol denizcilerin yeni yerler ve sömürgeler, arayışıyla çıktıkları Amerika kıt’asındaki serüvenlere dayanır. Efsanenin tam olarak ne zaman çıktığı bilinmese de ilk olarak yazılı kaynaklarda İspanyol kaşif Gonzalo Jiménez de Quesada’nın Kolombiya güneyindeki And Dağları eteklerinde yaşayan Muiska yerlilerinden derlediği notlarda karşımıza çıkar. Efsanenin diğer ismi Ciudad De Blanca (Beyaz Şehir)’dir. İspanyol kaşiflerin bu iddiayı ortaya atmasının üzerinden yüzyıllar geçse de efsanenin yankıları ve El Dorado’yu bulma arayışları gerek bilimsel metotlarla gerekse de maceraperest eliyle ilkel metotlarla halen sürmektedir. Efsaneden ilk olarak insanları haberdar eden Gonzalo Jiménez de Quesada , ayine dair anlatımlarının yanı sıra Amerika yerlilerinin günlük hayatlarında altının yeri ve kullanımıyla ilgili bilgiler de verir. Yerliler altına Avrupa’daki gibi yüksek bir anlam yüklemezler. Onlar için altın sadece ayinlerde kullanılmak üzere kullanılan ve çoğunlukla dağlardan elde ettikleri tuz karşılığında diğer kabilelerle yapılan takastan elde edilmekteydi. Muiska yerlilerinin yanı sıra İnka ,Maya ve Aztek medeniyeti yerlilerinin altını dini törenlerinde oldukça kutsal bir sembol olarak görmekteydi. Ayinlerde kullanılan altınlar son derece ince bir işçiliğin eseri olarak ritüellerde kullanılmaktaydı.
Gonzalo Jiménez de Quesada’nın ortaya attığı El Dorado efsanesi diğer kaşifler yoluyla kısa sürede tüm Amerika kıtası ve Avrupa’ya yayılmış peşi sıra günümüzde de devam eden bitmek bilmeyen maceraların kaynağı olmuştur. Efsanenin bu kadar ilgi ve taraftar toplamasında dilden dile yayılan efsanenin gittikçe büyüyen bir çığ gibi olağanüstülüklerle örülü hale gelmesinin payı büyüktür. Efsane Avrupa’da büyük bir merak uyandırınca sık sık düzenlenen geniş katılımlı seferler düzenlenmiştir. Gonzalo Pizarro ve Francisco Orellano, ilk kapsamlı sefere öncülük ederek And Dağları hattını ve Amazon Nehri havasını baştan başa dolaşan ilk maceraperestler olmuşlardır. Yine 1541-1545 arasında Philipp von Hutten ile 1595’de Bogota’dan yola çıkan Sir Walter Raleigh efsanevi El Dorado’yu bulmak için seferlere liderlik eden diğer tanınmış isimlerdir. El Dorado efsaneye göre belli bir yerde olsa da onu bulmak için yola çıkanların arayışları nedeniyle bütün Güney Amerika’yı kapsayan bir yer haline gelmiştir. El Dorado masum bir arayışın ifadesi gibi görünse de ardında son derece karanlık bir yüz taşır. İspanyolların öncülük ettikleri altın arayışları zamanla binlerce ton altını Avrupa’ya taşırken bununla yetinmeyen sömürgeciler yerli halka her türlü zulmü etmekten ve onları köleleştirmekten geri durmamışlardır. El Dorado Efsanesi bu gözü dönmüş açlığı daha da arttırmıştır. Gözünü zengin ve şöhret sahibi olma hırsı bürüyen maceraperestler, yerli halkın hazinenin yerini söylemesi için türlü işkencelerden geçirmişlerdir. Hiç bilmedikleri bir şey uğruna binlerce insanın bu şekilde işkenceyle öldürüldüğü tahmin edilmektedir. El Dorado’yu bulmak için sadece Güney Amerika yerlileri değil aynı zamanda ölümcül tehlikelere atlayan binlerce maceraperest de hayatını kaybetmiştir. Zira türlü zehirli ve yırtıcı hayvanla dolu olan Güney Amerika’nın balta girmemiş ormanları ve sarp dağları bugün bile ölümcül tehlikeler saçan yerler olarak bilinir.