Ekonomik sürdürülebilirlik, bir ülkenin veya toplumun kaynaklarını gelecek nesillerin ihtiyaçlarını göz ardı etmeden, bugünkü ekonomik büyümesini ve refahını devam ettirebilme kapasitesi olarak tanımlanabilir. Bu kavram, kalkınmanın sadece kısa vadeli ekonomik kazançlarla sınırlı olmaması gerektiğini, aynı zamanda çevresel, sosyal ve kültürel boyutların da göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgular. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, hızlı sanayileşme ve tüketim odaklı büyümenin çevre üzerindeki olumsuz etkileri belirgin hale gelmiş, bu da ekonomik sürdürülebilirliği kalkınma politikalarının merkezine yerleştirmiştir.
Ekonomik sürdürülebilirlik, doğal kaynakların verimli kullanımı, üretim ve tüketim dengesi, gelir dağılımında adalet, istihdamın artırılması ve yoksulluğun azaltılması gibi unsurları içerir. Bir ekonominin sürdürülebilir olması için sadece büyümesi yeterli değildir; bu büyümenin eşitlikçi, çevreci ve uzun vadeli etkiler açısından olumlu olması gerekir. Örneğin, fosil yakıtlara dayalı bir ekonomik büyüme kısa vadede gelir artışı sağlasa da uzun vadede çevresel tahribat ve sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle, sürdürülebilir ekonomi politikaları yenilenebilir enerjiye yatırım, yeşil istihdam alanlarının geliştirilmesi ve çevresel maliyetlerin ekonomi politikalarına entegre edilmesi gibi stratejileri içerir.
Küresel çapta ekonomik sürdürülebilirlik, ülkeler arası iş birliğini ve ortak sorumluluk anlayışını da gerektirir. Zengin ülkelerin kaynakları aşırı tüketimi, fakir ülkelerde ise yoksulluk nedeniyle kaynaklara erişimin sınırlı olması, dünyada sürdürülebilir bir dengeyi zorlaştırmaktadır. Bu eşitsizlik, hem ekonomik hem de sosyal açıdan ciddi sorunlar doğurmaktadır. Bu noktada, Birleşmiş Milletler'in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA), ekonomik sürdürülebilirliğin küresel ölçekte nasıl sağlanabileceğine dair önemli bir yol haritası sunmaktadır.
Sonuç olarak, ekonomik sürdürülebilirlik sadece ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda kaynakların korunmasını, sosyal adaleti ve gelecek nesillerin refahını da kapsayan bütüncül bir kavramdır. Bu doğrultuda atılacak adımlar, hem bugünkü toplumların refahını artıracak hem de gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakacaktır. Bu nedenle, politika yapıcıların, iş dünyasının ve bireylerin bu bilinci taşıyarak hareket etmeleri kritik öneme sahiptir.
